Türkiye coğrafyasında bugün farklı adlarla anılan, farklı şekil ve boylarda hazırlanarak farklı tekniklerle pişirilen mantı ve türevleri, Cumhuriyet döneminden günümüze yemek kitaplarında mantı ve Tatar böreği tarifleriyle karşımıza çıkmaya devam eder.
Bizlerin direnen belgesel sinemaya, direnen belgesel sinemanın da direnecek seyircilere ihtiyacı var. Zira bugün hangi hikâyeleri anlattığımız, paylaştığımız ve belgelediğimiz, toplumsal hafızamızın kolektif inşa süreciyle birebir ilişkili.
Mantının neden Konyalı değil de Kayserili bir lezzet olarak bugünlere taşındığına dair daha ayrıntılı cevaplar geliştirebilmenin yolu, öncelikle ulus-devlet ve milliyetçilik ideolojisinin vatandaşlarına aşılamaya çalıştığı tek-kültürlü değer ve yargıları bir kenara bırakmaktan geçiyor.
Sansür her zaman ardında iz bırakır. Sanatsal ifadeleri bütünüyle bastırmakta “başarısız” olsa dahi, uygulandığı her şeyi yeniden şekillendirir. Sansür, sanat eserlerini, imajları ve daha nicelerini yok etmekten ziyade, adeta insanlar ve topluluklar arasındaki bağları kırar.
Mantı, kuru mantı, kulak aşı, piruhi, hıngel, şişbörek, Tatar böreği, cimcik, tepsi mantısı, kandilli mantı... Türkiye’de yöreden yöreye değişen ad ve lezzetleriyle yaşayan mantı kültürünün geçmişi İpek Yolu’ndan Anadolu’ya uzanan bir yolculuğa dayanır. Mantı’nın hikâyesi Çin ve Moğol dünyasında başlar; Orta Asya’dan İran ve Küçük Asya’ya, bir koldan da Rusya ve Doğu Avrupa’ya devam eder.
Ana malzemesi hamur olduğundan, herkes bir oyun hamuruyla oynar gibi hangel üzerinde istediği dokunuşu yapmış. Hamuru incelmiş, kalınlaşmış; içi dolmuş, boşalmış; üzerine türlü türlü malzemeler konmuş ve onu yapan ahalinin yaşadığı coğrafi koşullar ve kültürel arka planla birlikte farklı isimlere bürünerek yöresel bir lezzet oluşturmuş.