Zihinlerde ve gönüllerde sınırların çizilmediği bir ülke ve dünya hayal ediyorsak eğer, “Mantı Festivali” ya da “Çörek Hikâyesi”nin verdiği ilhamla kendimize özerk alanlar yaratarak işe başlayabiliriz.
Barış Bildirisi’ne imza attıkları için ihraç edilen akademisyenler tarafından birlikte üretim ve paylaşıma yeni alanlar açmak amacıyla 2017 yılında kurulan Kültürhane, Mersin’de bir akademik direniş ve bir araya gelme mekânı olarak varlığını sürdürüyor. Kültürhane’nin kurucularından akademisyen Ulaş Bayraktar ile bu yaratıcı proje ve yaratıcı direniş yolları üzerine konuştuk.
Mantı, yemeğin milliyeti olmadığı gerçeğinin en güzel anlatımlarından biri. Milliyet ve yemek konusunun gündeme geldiği hemen her yerde kullandığım bir cümlem var: “Yemeğin milliyeti olmaz, coğrafyası olur.”
Hapishanede kettle’da Türk kahvesi, börek, tost, içli köfte, patates yemeği-püre, mercimek köftesi, tantuni nasıl yapılıyor? Mine’nin banyo lifinden süzgeci, Mücella’nın kullan-at tencereleri ve çok daha fazlası...
Bizlerin direnen belgesel sinemaya, direnen belgesel sinemanın da direnecek seyircilere ihtiyacı var. Zira bugün hangi hikâyeleri anlattığımız, paylaştığımız ve belgelediğimiz, toplumsal hafızamızın kolektif inşa süreciyle birebir ilişkili.
Neredeyse her kültürün, her bölgenin, her ailenin kendi mantısı var; geleneği ağır basan, yerel bir yemek mantı. Hazırlanması, doldurulması, sarılması, pişirilmesi emek isteyen bir yemek. Şipşak yapılabilecek değil, zaman ayrılması gereken bir yemek. Çoğunlukla birkaç kişinin elbirliğiyle yapılan, imece ürünü bir yemek. Bütün bu özellikleriyle mantı benim için dünyanın en yaygın slow food’u!
Bir keresinde kırmızı ayakkabılı bir kızı takip etmişti Nora. Ayak bileklerine kadar inen, uzun, ipeksi kumaştan eteklik giymiş olan kızın ayakkabıları tıpkı ablasının onu son gördüğünde giydikleri gibiydi: alçak topuklu, üzerinde küçük bir tokası olan, neredeyse çocuk ayakkabısı denecek kadar sevimli.