E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 3: YARATICI DİRENİŞ | KASIM 2022 | YASEMİN ÖZCAN | Tam buğday ile beyaz unun maceraları
KÖŞE YAZISISANAT

Tam buğday ile beyaz unun maceraları

Eşitsizlikler araları açarken, sanat dünyası insan hakları, feminizm, adaletsizlikler üzerine düşünmeye ve üretmeye devam ediyor. Oysa görmek en yakınındakinden başlıyor.

Yasemin Özcan, Aş, Aşk, Adalet, 2022, Beyaz un ve tam buğday karışımıyla üretilmiş ekmek || Fotoğraf: İstisnai İşler || Yasemin Özcan'ın izniyle

ABBA 1976 senesinde hit olduktan sonra, şu meşhur parçayı yıllarca söyledi, söyletti. İngilizce bilme ortalaması düşük Türkiye coğrafyasında dil bilen de, bilmeyen de neşeyle bu şarkıya eşlik etti:

Money, Money, Money (Mani, Mani, Mani) ♫

Gerçi nakaratı kolaydı. Konu para olduğundan da olsa gerek, altsınıf “Ya ama bu İngilizce, ben anlamam!” demedi, diyemedi. Özdeşlikle şarkıyı bağıra bağıra söyledi.

Sanatın gücü böyle bir şeydi: bazen klase olanı, ayrılanı, ayrışanı da birleştirmek.

Bilirsiniz, konu sınıf meselesi olduğunda, odadaki fil hakkında gerçekten ve hakkını vererek konuşmak kolay değil. Fili ayrı, odası ayrı havalı sanat dünyası da bundan muaf değil. Kırılganlıklar, sınıf yaraları, suçluluk duymalar, duydurmalar, manipülasyonlar ve en ham hâliyle haset, sükûnetli/aklıselim konuşmaya engel.

Virginia Woolf'a selam ederek söylersek: Tüm mücadele, altsınıf için, kendine ait bir oda ya da herkesin fili kendine. Manayı, maniyi, fili ve fiili birbirinden ayırmak zor.

Zaten neyi, neyden ayırıyoruz? İngilizcede class, Fransızcada classe sözcükleri, etimolojik olarak Latince “ayırma, bölme” gibi anlamlara gelen classis sözcüğünden türemişken, konuşmaya başladığımız an bizi ayıran farklar üzerine konuşarak birleşebilir miyiz?

Zihnimizi önce çalkalayıp sonra oda gibi havalandırırsak, üzerine konuşması kolay olmadığından yok sayılan “sanat dünyasında sınıf meselesi”ne giriş yapabilir miyiz?

Bakın, yazar bile hâlâ konuya giremedi!

İnsanlık tarihi kadar eski bir duygu haset. Çocukluktan hatırlarsınız, “Olur mu hiiiç! Kardeş o, kıskanılmaz!”ları. (Neyse ki şimdilerde yeni pedagojik yaklaşımlara erişebilenin işi kolaylaşacak diye varsayıyorum.) Yüzleşmekte güçlük çekenin, (“kıskançlık” demeye dili varmadığından) “Ayy, ‘haset’ olur mu canım? ‘Gıpta’ diyelim lütfen!” diyerek düzelttiği haset.

Eskiden olsa söze, “Hayatımızda var olana mı, yok olana mı bakıyoruz? İçine doğduğumuz hayatın kahramanı olduğumuzu hissettiğimizde nasıl hikâyeler yazıyoruz?” diye başlayabilir, ardından, “Hangi sınıfın işi kolay!” diye devam edebilirdik.

Ama pandemi oldu!

Altsınıf için, sona ermeyen bir araba kazası. Hasarı da, yolun sonunu da göremediği, sigortasız, güvencesiz olduğundan eksperin olay mahalline hiç gelmeyeceği karanlık bir kaza. Airbag açılmamış, “İmdat!” dese şapka düşecek, kel görünecek. Yardım isterken düşünmesi gerekiyor.[1] Kaygının egemen olduğu, sayıca azalmış altsınıf sanatçının dünyasını, günlerce elektriksiz kalan Isparta’yı kuşatır gibi kuşatan, karanlık ve uzun bir kaza…

Oysa kaza dediğin bir anda olup bitmiyor mu? “Yazar amma da abarttı!” diyenler burada lütfen el kaldırsın. Biraz abarttım ki, devamını da beraber düşünebilelim. Kaldırdığınız elleri de göremediğimden, gelin mümkün olduğunca neşeyle devam edelim, ya da çok izlenen dizinin repliği gibi, “Aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey!” diyelim. İkinci popüler cümleye meylettiğimizde, ağzımızın tadı esasen hiç yerine gelmeyecek, bilelim. Görsek de, görmesek de altsınıf var olacak. Biz konuşuyoruz, tamam, meseleyi gördük diye, çok şey değişmeyecek.

Ancak parçası olduğumuz, var ettiğimiz, devam etmesine katkıda bulunduğumuz sanat sistemini ve önceliklerimizi gözden geçirdiğimizde sanat alanında karanlıkta kalan bir şeylere ışık vuracak. Netliğini kendi yapan fotoğraf makinesi objektifinin ya da camını silip yeniden taktığımız gözlüğün ferahlığı gelecek…

Eğitim şart

Ayşe 42 yaşında, bir görsel sanatçı. Kız meslek lisesinde ev ekonomisi dersi almış almasına da, okuduğunu sandığı ekonomi, sanat dünyasının dinamiklerini anlamaya, aldığı eğitim, ayakları üzerinde durmaya yetmiyor. Artan pirinçle kadınbudu köfte yapmayı öneren derslerle neyin ekonomisi? “Acaba açıköğretimde bu yıl ekonomiye mi girsem? Hem indirimli İstanbul Kart’ım olur,” diye gülümsüyor.

Dürüstlük de…

Selin 38 yaşında, şehrin en fakir mahallesinde büyüdüğünü yerli yersiz her fırsatta dile getiriyor. Fakirlikle başlayan cümlelerinin ardı arkası kesilmiyor. Bütçeli açılışlarda karşılaşırsanız konuyu hep fakirliğe bağladığından ağız tadıyla bir Prosecco içirtmiyor. Sevgilisiyle sürdürdüğü küçük burjuva hayatında sadece Black Ivory marka kahve içebiliyor. Yeni aldıkları üç kapılı Gaggenau buzdolabı hikâyesiyle çelişeceğinden, herkesi evine çağırmıyor.

Epilasyonlu-epilasyonsuz

İrlandalı Amhairgin işçi sınıfı bir aileden, kendi hayatının kahramanı olarak sanatçı olmuş. Yıllar sonra, üstsınıf bir arkadaşının babasının kızının sanat okumasına itirazını duyunca fark ediyor ki, altsınıf ailesi, aslında kaybedecek bir şeyi olmadığı için onun sanat okumasına itiraz etmemiş. Amhairgin’in sanatçı arkadaşı, “Eğitim maliyetim yüksek, işlerimi satarsam babam için başarılı sayılırım,” diyor.

Amhairgin, sanat pratiğine devam ederken geçinmek için sanat okullarına başvuracak genç öğrencilere portfolyo hazırlık dersleri veriyor. Londra’da, Central Saint Martins’de sanat okumak için kredi alma, krediyi geri ödeme endişesi duymayan aileler ondan çocuklarına özel ders aldırıyor. Sınıf farkını, öğrencilerine bakarak tek cümlede özetliyor Amhairgin: 18 yaşına geldiklerinde, epilasyonları bitmiş, ehliyetlerini almış, dünyayı kabaca gezmiş, akıcı biçimde 3-4 dil konuşabiliyor oluyorlar ve en az bir müzik aleti çalabiliyorlar. Donanımlarıyla hayata hazır bu dünyalı çocuklar.

Canson

Devlet okulunda iki yıl boş geçen İngilizce derslerine 3. sınıf kitabıyla başladıklarından, tüm sınıf gibi zorlanıyor Hakan. Evde İngilizce bir şey okuduğunda, aksanıyla dalga geçiyor İngilizce bilmeyen annesi. Şimdi dil öğrenip, bir pasaport sahibi bile olmayan aile bireyleriyle arayı açacak mı Hakan? “Güzel sanatlara para yetiştiremedik,” diyor Hakan’ın babası. “Diğer üniversitelerde insanlar bir kitap alıp bir yıl boyunca onu okurken, sen bir Canson kâğıt alıp anında bitiriyordun!”

Seni 24 inç görebilmek için!

İki sanatçı kahve içerlerken, “Büyük monitör alamadım,” diyor kurgudaki Gülşen. Hâli vakti yerinde Murat, “Ben de alamadım!” diyor. Komik ama gülünemeyen bir sessizlik oluyor, diyalog kapanıyor. Yahu benim “alamamam”dan seninkine neden bir yol uzanıyor? Konunun bütçeye bağlandığı şeyleri hiç konuşmayalım mı? Neden, “Saçımı da kestiremedim!” doğallığında akmıyor bu konuşma? “Hay Allah!” denip geçilemeyerek girilen fakirlik yarışının galibi, suçluluk duygusuyla gelen mesafe oluyor.

Yasemin Özcan, Aş, Aşk, Adalet, üretim süreci, 2022 || Sanatçının izniyle

Yasemin Özcan, Aş, Aşk, Adalet, üretim süreci, 2022 || Sanatçının izniyle

Yasemin Özcan, Aş, Aşk, Adalet, üretim süreci, 2022 || Sanatçının izniyle

Yasemin Özcan, Aş, Aşk, Adalet, üretim süreci, 2022 || Sanatçının izniyle

Sanat dünyamız İngilizce bilenler ve bilmeyenler diye sessizce ikiye ayrılıyor

Her şey Akrep Burcu gibi: Ya hep, ya da hiç yaşanmıyor. İşleri satıldıkça çeşitli kurslara giden; “Yeter ya! Ben öğrenemiyorum,” diyerek arada havlu atan; “Evde çalışıyorum ben!” diyerek kötü İngilizcesiyle barış içinde yaşayan; İngilizce özel derse karşılık resim dersi veren; “Kredi çekip, dil okuluna gidip kökünden çözeceğim bu meseleyi” diyenlerin sessiz mücadelesi nesiller boyu sürüyor. Londra’daki dil okulunda liseli gençlerle aynı sınıfta olmaktan depresyona giren 30’larının sonundaki arkadaşınıza, “Mr. and Mrs. Brown went to the…” ile başlayan cümleler kurmanız her zaman devam gücü veriyor.

Bu nedenle, Jakup Ferri’nin ve saygıda kusur etmediği Mladen Stilinović’in İngilizce bilmeye dair işleri, gönüllerimizde yaşam boyu onur ödülü alıyor.

Mladen Stilinović, pembe kumaş üzerine işlenmiş An Artist Who Cannot Speak English Is No Artist [İngilizce Bilmeyen Sanatçı Sanatçı Değildir]” başlıklı işini 1992’de gerçekleştiriyor.

9. İstanbul Bienali’nde izleme şansı bulduğumuz Jakup Ferri, yine aynı başlıklı An Artist Who Cannot Speak English Is No Artist videosunda İngilizce sözcükleri anlamsızca, güçlü bir inançla ardı ardına sıralıyor. Gülümsememenin mümkün olmadığı video ironik ve rafine bir durum özeti sunuyor.

Lokal sanat ortamında bilmeyenleri sessize alan İngilizce

Pandemi öncesi dönemde, bir sanat kurumunda gerçekleşen konuşmaya doğru gidiş yolunda, çalışkan ve genç bir küratöre rastlıyoruz. “Şimdi gidicem, yine bir şey anlamıycam. Vazgeçtim gitmekten, dönüyorum ben!” diyor. Herkesin İngilizce bildiği varsayılarak çevirisi yapılmayan konuşmalar, çeviri imkânı olmadığından konuşmacıların masasına Redhouse İngilizce-Türkçe Sözlük bırakan sanatçı ya da İngilizcesi iyi değil diye (çeviri ve bütçe engeli sebebiyle) konuşmaya davet edilmeyen sanatçı hatırımda.

Görülüp niyet edildiğinde oluşturulan çözümleri, şahane arkadaşların desteklerini, gönüllü çevirileri, İngilizce konuşma engeliyle yazılı metin okuyarak baş etmeleri de hatırlıyorum. Dil bu, öğren öğren bitmiyor. Kaldı ki konu güncel sanat olduğunda, her şeyden konuşabilme becerisi geliştiremedikçe, gerçekten ifade etmenin kapıları aralanmıyor. Zaten “Pardon, tren istasyonu nerede ?” diye sorabiliyor tüm sanatçılar.

Coğrafyamızın eğitim sisteminde, İngilizceyi devlet okullarında hakkınca öğrenmenin mümkün olmadığı, devlet okulları arasında da büyük farklar olduğu unutulmuş görünüyor. Kuzey Avrupa ülkelerindeki eğitim sisteminde bu bir konu değil; bu eğitim sistemi içinde çocuklar birkaç dil öğrenebiliyor. Görünen o ki konu tembellikle de ilgili değil. Eğitim hayatınız boyunca, on beş yılda size öğretilmemiş bir dilin gerekliliğini mezun olunca idrak etmenin sarsıcılığı eşliğinde, öğrenmek için sonradan zaman, duygu ve ekonomi sınavı vermek çok yorucu. Hayat boyu bu hikâyeye tutunmanın kendisi gibi. Ancak aynı oranda da gerçek. Şartların hiç yakınnnn-laaa-ş-şa-madığı bu zeminde, kurumların, çevirinin amatör ya da gönüllülük esasına dayanan formlarını denemekten kaçınmamasını istiyorum. Bilgiyi paylaşmak için kilometrelerce mesafeden uçup gelen konukları birlikte duyalım. Yetersiz İngilizcesiyle yorgun düştüğünden konuşma sonrası programlara davetleri kibarca reddedenleri de unutmayalım. Hüseyin’in kızı YouTube’dan öğrenip şakır şakır İngilizce konuşabilir elbet, ama “Siz arkadaşınızın o yemeklerde yanına oturun, zorlanırsa kollayın,” demek rekabetçi sanat ortamında kolay değil, biliyorum. Sanatçı, kendi işini anlatacakken sana neden çeviri yapsın? Tam da bu yüzden kurumların burayı görmesini önemli buluyorum. Bir kurum çalışanı arkadaşım, “Paramız yoktu!” diyordu, “ama aslında önceliğimiz olmadı.” Küresel bir pandemi deneyimledik, biraz değiştirebiliriz. İşçi sınıfının gençleri, açılan ekonomik ara nedeniyle sanat üretmekten gerçekten vazgeçiyorsa, niyetleri de, imkânları da masaya yatıralım. Doğru organizasyonla, her yıl gönüllü çeviri için dahi olsa bir fona sanat bağışlayacak çok tanıdığımız var.

“Neler yapabiliriz?” diyerek fikrimi sorduğunda, farklı İngilizce seviyeleriyle yapılan başvuruların eşitsiz olduğunu hatırlattığım arkadaşım, “Farkındayız, ama ne yapalım? British Council ile dil kursu mu açalım?” diye sormuştu.

Şahane olur.

Eşitsizlikler için yapacaklarımız var ve bunlar uzaklarda değil.

Küratör için, sanatçı katılım bedelini sorulmadan belirtmek, böylelikle bunu soran sanatçının kırılganlığına alan açmamak ya da ona “Tek soran sensin!” demekten vazgeçmek şahane bir başlangıç olmaz mı?

Önüne “sembolik” ibaresi eklenerek sempatikleşmiş (emeğin tam karşılığı bir ödeme olmadığının farkında olduğumuz) “sembolik sanatçı katılım bedeli”ni sınıfsal ayrıcalığı nedeniyle “Aa, hiç önemli değil” cümlesiyle yanıtlayan sanatçıya da aynı mesafede durabildiğimizde dünyalar ışıklanacak.

Kurum da, galeri de, bu görünmeyen güç ilişkilerinde, öksüz oğlan-fakir kız edebiyatından, Kemalettin Tuğcu kültürel mirasından nasibini almış sanatçıyla zor ilişkileniyor –zemin kırılgan. Gücü olan sanatçı, prodüksiyon giderlerini konu etmeden karşılarken, bu sessiz anlaşma karşılığında galericisi de koleksiyoner yemeğini ödüyor. Kemalettin Tuğcu yaşıyor, yaşatılıyor. İşçi sınıfı prodüksiyonun hesabını yaparken birlikte çalıştığı insanları zorluyor, işi satılmazsa ödeyebileceği kadarını harcıyor.

Eşitsizlikler araları açarken, sanat dünyası insan hakları, feminizm, adaletsizlikler üzerine düşünmeye ve üretmeye devam ediyor. Oysa görmek en yakınındakinden başlıyor.

Kolektif çalışan iki sanatçının keselerinin denk olmaması da, rekabet dolu bu alanda, internet paketi limitli olan ile modemi yanında gezen sanatçının vereceği ortak bir sınava dönüşüyor. Alevilikte, biyolojik olmayan musahip kardeş seçiminde (yol kardeşliği), iki bireyin bütçelerinin denkliğinin gözetilmesine hayranlık duymamak zor. (Alevilikte parayla kurulan, kurulamayan ilişkinin eleştirisi bu yazının konusu değil elbette.)

Hâliyle birlikte yediğimiz mantılarda, tam buğday ile beyaz unun maceraları düşündürüyor. Yazının son okumasını yaptığım gün, 11 yaşındaki öğrencilerin girdiği bir “bursluluk sınavı” konuşuluyordu atölyemde. Devlet okulundan gelenler, test cevap anahtarını doldurmayı bilmediğinden, onlara on dakika bunu nasıl dolduracakları anlatılmış ve bu anlatım süresi toplam süreye eklenmemiş! “Haksızlık bu!” diyor özel okul velisi. Bir başka veli, Boğaziçi Üniversitesi’nde farklı İngilizce seviyelerine sahip öğrencilere eşit biçimde birer yıl verilmesinin de adaletli olmadığını hatırlattı. Oysa en büyük haksızlık eğitimin herkese, aynı kalitede ve ücretsiz olmamasıydı.

Konuyu henüz açmış sadece yazıyı kapatırken, sınıf meselesinin bir yazıyla özetlenemez karmaşıklıkta olduğunu görüyoruz. 2011 yılında, Oda Projesi sanatçılardan, sanat yapmak için yaptıkları alternatif işlerden oluşan CV’ler yazmalarını istemişti. Meslekler Kitabı[2] başlıklı çalışma için coşkuyla yazdığımız CV’leri birlikte okuyunca çok ilginç bir resim çıkmıştı ortaya. Damağımda kalan tatlardan biri, ailelerimize, sevgililerimize, bize eşlik eden, destek veren herkese kocaman bir teşekkür borçlu olduğumuz.

Tam buğday ile beyaz unun maceraları “canım Mantı Posta’m” sezon finali yapmaksızın sürecek…

 
  1. Bkz. omuz.org
  2. Bkz. bookofprofessions.blogspot.com