E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 2: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK | EKİM 2022 | ERCAN KESAL | Avanos’tan mantı hikâyeleri
ÖYKÜHAFIZA

Avanos’tan mantı hikâyeleri

Çocukluktan delikanlılığa geçtiğim ilk yıllarda kasap dedemi, ebemi, teyzemi ve dayılarımı daha yakından tanıdığımda mantının onların hayatında sadece bir yemek olmadığını da anlamıştım. Mantı, tüm aileyi bir arada tutan kutsal bir ritüelin vazgeçilmez nesnesiydi adeta.

Köseler (Kesal) Sülalesi || Ercan Kesal’ın izniyle

Avanos, Nevşehir || Fotoğraf: Cengiz Bektaş Arşivi, SALT Araştırma

Evde tatlı bir telaş var. Annemin keyfi yerinde. Babam, birazdan hayatın tüm sırlarına vakıf olacakmış gibi, okuduğu gazetesini katlayıp sedirin köşesine koydu. Gözlüğünü, –nerden duyduysam– “Gözlük camı mendillerini kedi derisinden yapıyorlar” dedikodusunun da etkisiyle her zaman korkarak dokunduğum yumuşak bir kumaşla yavaş yavaş sildi.

Müstehzi bir gülüşle ve yan gözle anneme bakarak, üstelik onun duyabileceği bir tonda:

“Akşama mantı var; bak, ananın keyfi yerinde!” dedi.

Annem dimisini[1] savurarak girdi mutfağa. Babamı duyduğu, ama duymazdan geldiği o kadar belliydi ki.

Babam berdevam:

“Oğlum bunların sülalesi bi tuhaftır. Mantısız yaşayamaz bunlar. Mantı yer küserler, mantı yer barışırlar.”

Elhak doğruydu. Annem kasabanın üç mahallesinden biri olan Çarşı Mahallesi’nden Kasap Hacı Mehmet’in kızıydı. Babamsa, daha çok rençperlerin yaşadığı Aşağı Mahalle’den rahmetli Köse Mustafa’nın yetim oğlu Mevlüt’tü.

Annem, Köse’lere gelin geldiği ilk iki yıl sofraya konan hiçbir şeyi yiyemediğini, hep evlerinde günaşırı yapılan mantıyı özlediğini söylerdi.

Çocukluktan delikanlılığa geçtiğim ilk yıllarda kasap dedemi, ebemi, teyzemi ve dayılarımı daha yakından tanıdığımda mantının onların hayatında sadece bir yemek olmadığını da anlamıştım. Mantı, tüm aileyi bir arada tutan kutsal bir ritüelin vazgeçilmez nesnesiydi adeta.

Kasabalarda aile içi kavgalar bitmez. Tartışılan mevzuların çoğu sıradan ve incir çekirdeğini doldurmaz şeylerdir. Bu yüzden uzun sürmez ve taraflar barışmak için uygun zamanı ve birisinden gelecek mantı davetini bekler gizliden gizliye.

O gün de galiba öyle bir barış arifesi zamanıydı.

Akşam ev yavaş yavaş dolmaya başladı. Önce küçükler göründüler kapıdan: kuzenler, yeğenler, gelinler ve torunlar. Arkasından dayılar ve halalar. Sonra da ebe ve dede. Bir önceki kavganın ve küslüğün kokusu havada asılı duruyor yine de. Hâlâ ince bir mesafe var sanki aralarında. Ama evin arka bahçesinde yanan büyük ateş üzerindeki geniş kazandaki su çoktan kaynamış. Hemen yanına kurulan ekmek tahtasının etrafına sıralanmış kadınlar, anamın akşamdan koca bir hamur teknesinde yoğurduğu hamuru oklavalarla hızlıca açıyor ve kesiyorlar. Kare biçimde kesilen hamurların ortasına usta el hareketleriyle kıyma ve peynir yerleştiriliyor. Üçgen biçiminde katlanan mantı parçaları bir kenara tepeleme yığılmaya başlanmış çoktan. Mantıların büyüklüğü konusunda dayımın standartları geçerli. Dayımın mantı ölçüsü, her bir mantı parçasının bir yemek kaşığını dolduracak, hatta biraz da dışarıya doğru taşacak büyüklükte olmasıdır.

Birazdan yer sofrası kurulur ve mantı ailemizin tarihindeki önemini bir kez daha sağlamlaştırarak yerini alır. İştahlı kaşık seslerine övgü ve neşe dolu seslenişler katılır ve sanki hiç küsülmemiş gibi kalkılır sofradan.

Babam artık kaçıncı kez şahit olmuşsa malum duruma, sessizce ve biraz da muzipçe izler bu kutsal töreni iliştiği sofranın kenarından.

Artık hayatta olmayan en küçük dayıma sormuştum bir gün, mantının ailemizin hayatında niye bu kadar önemli olduğunu?

Bir hikâye anlattı.

Dedemin kardeşi ya da babasının, tam olarak hatırlayamadığım bir yakınımızın askerden dönüş hikâyesiydi bu.

Uzun savaş ya da seferberlik yıllarının sonunda canını kurtarmış ama ölmekten bin beter perişan bir hâlde kasabaya dönen asker yakınımız, bir akşam vakti kasap dedemin Çarşı Mahallesi’ndeki evlerine gelir. Ortalıkta kimse yoktur. Asker avluya girer ve yanmakta olan ateşi görür. Biraz önce bir tepsi mantı ocaktan indirilmiş, suyu süzülmüş bir köşede beklemektedir. Kepini çantasını bir kenara atan yakınımız elleriyle mantıya dalarak yemeğe başlar. İyice doyduktan sonra mantı suyunun süzüldüğü vaşı denilen geniş toprak kabı kafasına kadar kaldırarak içindeki suyu içmeye başlar. İyice doymuştur ama yetmez! Kalan suya bakar bir süre ve tekrar kaldırıp başından aşağıya dökerek mantı suyuyla yıkanır.

Sesleri duyarak avluya gelen evin kadınları üzerinden mantı suları sızan perişan ama mutlu bir asker gördüklerinde ne düşünmüşlerdir bilmiyorum, ama dayımın hikâyeyi anlatırken bile gözlerinde ışıldayan iştahı hiç unutmuyorum.

Ercan Kesal, babası ve ağabeyiyle, 1960'lar || Ercan Kesal'ın izniyle

Ercan Kesal çocukluğu, 1965 || Fotoğraf: Alaaddin İlkokulu arşivi

Mantı hikâyesini biraz hüzünlü bir mevzuyla bitireyim.

Babam, parkinsonun son evresinde ve artık yatağa bağımlıydı.

Annem, babamın yanında namazını kılarken bir ara babamın sesini çıkarmadığını fark eder:

“Selam verdim… ‘Mevlüt, Mevlüt!’ dedim. Cevap vermedi. Yanına vardım. Ellerini tuttum, soğuktu. ‘Olsun’ dedim, ‘her zaman soğuk olur zaten…’ Ama ağzını yummuş. Nefes de yok. O zaman anladım. Sonra senin mantı yediğin aklıma geldi. Bakıcı kızı çağırdım kapıdan. ‘Abine haber verme,’ dedim. ‘Mantısını yesin, sonra söylersiniz. O baba delisidir; koşar gelir, yemeği yarım kalır.’”

Oğlu sevdiği yemeği bitirsin diye ölüsünün yanında sessizce bekleyen ananın hikâyesi, esasında Anadolu kadınlarının bitmeyen kederinin de hikâyesidir.

Yerinden yurdundan edilen, uzak yollarda nefesi biten anaların.

Evlatlarını erken kaybeden anaların.

Anadolu gibi sabırlı, direngen ve umutlu kadınların hikâyesi.

Mantı gibi doyurucu, neşeli ve lezzetli bir sığınağımız var iyi ki!

 

 

  1. Nevşehir ve çevresinde şalvara verilen isim.