E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 3: YARATICI DİRENİŞ | KASIM 2022 | ULAŞ BAYRAKTAR | Mersin’de 32 kısım tekmili birden bir umut adası: Kültürhane
RÖPORTAJDİRENİŞ

Mersin’de 32 kısım tekmili birden bir umut adası: Kültürhane

Barış Bildirisi’ne imza attıkları için ihraç edilen akademisyenler tarafından birlikte üretim ve paylaşıma yeni alanlar açmak amacıyla 2017 yılında kurulan Kültürhane, Mersin’de bir akademik direniş ve bir araya gelme mekânı olarak varlığını sürdürüyor. Kültürhane’nin kurucularından akademisyen Ulaş Bayraktar ile bu yaratıcı proje ve yaratıcı direniş yolları üzerine konuştuk.

Kültürhane tarafından yayımlanan menü/dergiler || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

“Bir umut hikâyesi”, “Mersin’de 32 kısım tekmili birden bir umut adası” olarak tanımladığınız Kültürhane’nin kuruluş yolculuğundan biraz bahsedebilir misiniz? Bu “umut adası” nasıl ortaya çıktı? Bu adada kimler var, kimlere yer var?

“Umut”la başlayayım önce, müsaade ederseniz. Umudu bir şeylerin farklı olabileceğine dair bir irade olarak görüyorum. Yani olasılığa bağlı bir his değil, eylemeye yönelik bir karar. Sevgili Bülent Şık’ın Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler kitabında çok yerinde ifade ettiği üzere, “Bir şeyler yapmak için umuda ihtiyacımız yok. Umutlu olabilmek için bir şeyler yapmak zorundayız.”[1] Bu irade Kültürhane’nin de varoluş düsturu. Ama burası sonuçta küçük bir ada; dört yanı karamsar senaryolarla çevrili bir eyleyiş zemini. Her şeyin değişeceğine, değiştirilebileceğine dair çok büyük bir iddiası olmasa da, bu adanın üzerinde farklı işlerin yapılabileceğine, ilişkilerin kurulabileceğine, farklı bir deneyimin mümkün olabileceğine dair bir deneme-yanılma iddiasına sahip.

Böyle bir adanın ortaya çıkmasına da 2016 yılında imzaladığımız “Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi” sebep oldu. Bildirinin yayımlanmasından sonra biz imzacıların hayatında önce idari yöntemler, sonra da OHAL-KHK ihraçlarıyla yeni sayfalar açıldı. Kimimiz yurtdışında yaşamını sürdürmek zorunda kaldı, kimimiz de Türkiye’de kalıp bir şekilde yeni bir hayat kurma yolunu seçti. Kültürhane her şeyden önce yurtdışına giden arkadaşların geride bıraktığı kitapların değerlendirilmesi fikriyle filizlendi. Bu kitapların kolilere mahkûm olmaması, okuyucularıyla bir şekilde buluşabilmesi niyeti, haliyle kütüphane fikrini doğurdu. Fakat bir kütüphaneyi ayakta tutabilecek kaynakların veya bunu destekleyecek kurumların olmaması, bu mekânı yaşatacak ticari bir mekanizmanın gerekliliğini de hesaba katmamıza sebep oldu. Böylece Kültürhane bir kafe-kütüphane olarak hayata geçti.

Kültürhane’nin kuruluşunda KHK’lı üç akademisyen ile feminist-aktivist arkadaşımız vardı, ama ta en başından itibaren kentten ve ülkenin dört bir yanından çok fazla insan süreçte yer aldı, emek verdi, destek oldu, işlerin ucundan tuttu, sorumluluk aldı. Samimiyetiyle gelen, hırsına, öfkesine mukayyet olmasını bilen, ayrımcılığın her türlüsünden sakınan herkese yer var umut adamızda.

Kültürhane kütüphanesi || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Kültürhane olarak pek çok farklı alanda faaliyet sürdürüyorsunuz: stüdyo alanı, sahne, kütüphane, bir kafe, kafe menüsünün de içinde yer aldığı bir fanzin… Bu farklı alanları kısaca tanıtabilir misiniz?

Kültürhane’yi hibrid bir kamusal mecra olarak düşünüyoruz. Estetik politik bir eyleme zemini olsun istiyoruz. Müşterek eylemin bedensel ve duygusal boyutunu hesaba katarak bilgiyle, emekle, kentle, mübadele biçimleriyle ve gündelik hayatla ilişkilerimizi anestezik uzlaşmalardan uzakta yeniden kurmayı umut ediyoruz. Eagleton’un tarifiyle bilgi üzerinden değil, fakat tarifsiz bir duygu karşılıklılığıyla bir araya gelmiş bir topluluk oluşturma gayesindeyiz.[2] Bu yüzden de çok farklı araçlarla bu duygusal karşılıklılığı mümkün kılmaya çalışıyoruz. Kütüphane kısmı aynı sınava giren, aynı eğitim sisteminin sancılarını çeken genç öğrencilerin bir araya geldiği bir alan örneğin. Kafe kısmıysa sakin bir mekânda kahvesini yudumlamak isteyenlerle, bir etkinliğe gelenler ya da dostlarını ziyaret edenlerin yollarının kesiştiği kozmopolit bir karşılaşma mekânı.

Etkinliklerimizin de alabildiğine geniş bir yelpazede olmasına, bu etkinliklerle farklı ilgi alanlarına sahip, karşılaşma olasılığı düşük kesimleri bir araya getirmeye çalışıyoruz. Mümkün olduğunca çok kesişim imkânı olsun istiyoruz. Bu kadar farklı alanın hepsine de biz erişemeyeceğimiz için bu konularda bilgisi, deneyimi olan kişi ve kurumlarla işbirliği içinde gerçekleştiriyoruz birçok etkinliği.

Tüm bunları da sosyal medya üzerinden yayımlamaya ve arşivlemeye de çalışıyoruz, çünkü tüm bu etkinliklerin uçup kaybolmasına gönlümüz razı gelmiyor. Bir yerlerde arşivlenmiş olarak kalmasını, başka insan ve coğrafyalara da uzanmasını arzu ediyoruz. Çıkardığımız Menü Dergi’nin de aynı amaca hizmet etmesini istemiştik. Bir yandan Kafe’nin menüsünü, diğer yandan önceki ay yapılan etkinliklere dair kısa değerlendirmeleri içeren bir fanzin çıktı ortaya. Etkinliklerden bağımsız, kent kültürüne ve ekolojik sorunlara dair yazılar içermesi hasebiyle “Menümüz” farklı kesimlere ulaşmamızı mümkün kıldı.

Canlı yayın yapabilmek için kullanma becerisi ve teknik donanım kazandığımız video işleri de özellikle pandemi döneminde çok daha başka bir önem kazandı. Mekânın kapalı olduğu dönemde etkinliklerden bağımsız röportajlar, kısa filmler ve belgeseller üretmeye başladık. Böylece Kültürhane bir de amatör bir stüdyo işlevi kazanmış oldu.

Böyle böyle Kültürhane, fiziki bir kafe-kütüphane olmanın ötesinde canlı bir kamusal fezaya dönüşen, etkinlikleri basılı ya da dijital olarak paylaşan bir mecra olma özelliği kazandı.

Boğaziçi Üniversitesi öğrenci inisiyatiflerinden Kelepçesiz Akademi için katıldığınız bir yayında, Kültürhane’de kendi akademik gettolarınızdan çıkmaya çalıştığınızı anlatıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? Kültürhane herkes için bir alan olmayı nasıl başarıyor? Bunun sizlerin kişisel ve akademik yolculuklarınızdaki yeri ne oldu?

Türkiye’de akademinin toplumsal yaşam ve kamusal alanla olan ilişkisinin oldukça sorunlu olduğunu düşünüyorum. Muhalif dar bir kesim dışında üniversite, ağırlıklı olarak ya müesses nizamın bir organı olmayı seçen ya da sadece özel akademik çalışmalarla ilgilenen mensuplardan oluşuyor. Her halükarda toplumla teması sınırlı bir alan gibi görünüyor.

Kültürhane kuruluşundan itibaren bundan farklı bir profil ve işleyiş benimsemeye çalışıyor. Hem mekânının açıklığı ve erişilebilirliği hem de düzenlediği etkinliklerin tematik genişliği ve diliyle daha geniş bir kesimle irtibatlanmaya özen gösteriyor. İletişimi teknik bir uzmanlığın diliyle değil, mütevazi deneyimlerin duygusuyla kurmaya özen gösteriyor. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, bunu da estetik politik bir mekân kurgulamaya çalışarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Hocaları, uzmanları değil, hemşerileri, dostları ağırlıyoruz. Ders, eğitim yapmıyoruz, hasbihal ediyoruz. İlkelerimizle çelişmeyen, sözü olan herkese alan açmaya çalışıyoruz. Böylesi bir işleyişten en çok faydalanan da bizleriz, çünkü bir yandan ilgi alanlarımızı genişletip bildiklerimizi paylaşmanın yeni yollarını keşfediyoruz, yeni ifade becerileri kazanıyoruz, öte yandan akademinin koridorlarında, sınıflarında, salonlarında karşılaşma olasılığımızın düşük olduğu yüzlerce insanla bir araya gelip onların deneyimlerini heybemize atma şansı yakalıyoruz.

Kültürhane'de çeşitli etkinlikler || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Kültürhane'de çeşitli etkinlikler || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Kültürhane'de çeşitli etkinlikler || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Kültürhane'de çeşitli etkinlikler || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Kültürhane, engelleri aşan, direnen bir akademi örneği sunuyor. Kütüphanesi ve söyleşileriyle bilimi insanlara ulaştırırken, aynı zamanda kafesinde insanların birlikte vakit geçirebildiği bir alan açıyor. Kültürhane’yi yaratıcı bir direniş olarak tanımlar mısınız?

Direngenlik sıfatını kendimize daha yakın görüyoruz. Bir baskıya karşı aynı kalmaya direnmekten ziyade, mevcut koşullar içinde gerekli değişimi de göze alacak şekilde hayatta kalma/iyi olma/umudu diri tutma amacı taşıyoruz. Latince age quod agis, “ne yapıyorsan onu yap” sözü meramıza çok denk düşüyor. Kabaca, yapageldiğini yapmaya devam etmeye odaklanmış durumdayız. Ne yapıyorduk ihraçtan önce? Bilgi üretip bunu öğrencilere aktarmaya ve bu bilginin kamusal bir anlamı olmasına çalışıyorduk. İhraçtan sonra sürdürdüğümüz mücadelenin odağında bu haksızlığın ifşası kadar ihraçtan önce yaptıklarımızı farklı bir formatta sürdürmenin yollarını bulmak var. Başka bir deyişle, “direniş”i bir şeye karşı durmak değil, yapabildiğimizi yapmayı sürdürmekte ısrar etmek olarak görüyoruz. Bunun asgari bir yaratıcılık gerektirdiği inkâr edilemez, çünkü alışageldiğimiz yöntemleri kullanma şansından yoksunuz. Yeni yollar bulmak, geliştirmek zorundayız. O yüzden beş senedir ana düsturlarımızdan biri “efendimiz acemilik” oldu. Deniyoruz, deneyimliyoruz, o deneyimin üzerine bir şeyler koyup yeni yeni pratikler geliştiriyoruz. Uzun sözün kısası, bir direniş değil,  direngenlik peşindeyiz, bu yüzden de yaratıcı olmak zorundayız.

Kültürhane’nin temel çıkış noktası olan akademik dayanışmanın yanı sıra çeşitli kooperatiflerle işbirliğiniz de söz konusu. Kurulduğundan bugüne Kültürhane bünyesinde yer alan farklı dayanışma pratiklerinden bahsedebilir misiniz?

Gramsci’nin meşhur ifadesiyle, “ölmekte olanın ölmediği, doğmakta olanın henüz doğmadığı” bir dönemin tanığı ve failiyiz. Refah devletinin cenazesini kaldıran piyasaperver politikaların iflasına şahit oluyoruz. Ekonomik, ekolojik, toplumsal ve kültürel anlamda bir kompostlaşma yaşıyoruz. Çürüme had safhada. Bu çürümenin asidik bir ortam yaratması, kötü kokular salgılaması, hatta infilak etmesi de bir olasılık; mis gibi toprak olması, berekete vesile olması da. Sevgili Güneşin Oya Aydemir, ikinci senaryonun gerçekleşmesi için üç koşulun sağlanması gerektiğine inanıyor: çeşitlilik, döngüsellik ve enerji aktarımı.

Kültürhane’yi de bu pencereden görmek mümkün. Yukarıda ifade ettiğim gibi çeşitlilik için çok çaba sarf ediyoruz. Diğer iki koşul da Kültürhane’nin dayanışmacı pratiklerine denk geliyor. Öncelikle döngüselliği Kültürhane’nin işleyişinde kendimizi yakın hissettiğimiz üretici, esnaf ve oluşumlara yer vererek sağlamaya çalışıyoruz. Şartlar izin verdiğince yerel esnaftan, üreticilerden ve dayanışmacı örgütlerden alışveriş yapmaya özen gösteriyoruz. Yerel dayanışma mekânlarının kısa belgesellerini hazırladık, onların bilinirliğinin artması için çaba sarf ediyoruz. Hayalim bu ve benzeri kurumlar arasında bir dayanışma para birimi oluşturup döngüselliği kurumsal bir zemine taşımak.

Bir de düğün salonu hayalim var: Düğün organizasyonu için gerekli tüm esnaf, zanaatkâr ve sanatçıların bir araya gelerek oluşturduğu bir Düğün Salonu Kooperatifi. Terzisi, tasarımcısı, aşçısı, müzisyeni, fotografçısı, dansçısı, matbaacısı, çiçekçisiyle bir düğünde emek verebilecek ve örgütlü bir şekilde, dayanışma içinde çalışmaya razı olacak kişi ve kuruluşları bir araya getiren bir kooperatif. Böyle bir örgütlenme hayata geçerse, hem etkinlikleri çeşitlendirecek genişlikte bir mekâna hem de etkinliklerin finansal sürdürebilirliğini sağlayacak düzenli bir gelir imkânına sahip olabileceğimizi düşünüyorum.

Güneşin’in yaklaşımının üçüncü ayağı olan enerji aktarımı da Kültürhane’nin odağında olduğu dayanışma ilişkileriyle hayat buluyor. Kolektif oluşumlara destek vermeye çalışmanın yanı sıra çok geniş bir dayanışma ağının faydalanıcısı durumundayız. Ahmet Yeşil gibi dünya çapında bir sanatçımız beş eserini açık arttırmayla satılmak üzere hanemize bağışladı mesela. Onu izleyen başka sanatçılar da bu dayanışma pratiğini devam ettiriyor. Askıda abonelik sistemiyle birçok dostumuz maddi durumu uygun olmayan öğrencilerin kütüphanemizden faydalanabilmesi için destek oluyor. Pandemi sırasında hayata geçirdiğimiz “Atıksız Katık: Sefertası” pratiği sırasında aynı şekilde dostlarımız imkânı olmayan hemşerilerinin faydalanabilmesi için askıya sefertasları bıraktı. Kapalı olduğumuz aynı dönemde, veresiye uygulamasının tersine “alasıya kart” uygulamasına katılan çok dostumuz oldu. Daha sonrasında kullanmak üzere yiyecek-içecek ücreti ödediler.

İşte tüm bu pratikler çerçevesinde Güneşin’in perspektifinde içinden geçtiğimiz çürüme dönemini dayanışmayla komposta evriltmeye çalışıyoruz. Bir yandan çok güçlü bir dayanışma ağının faydalanıcısıyız, öte yandan elimizden geldiğince başkalarına destek olmaya çalışıyoruz. Böylece yaşadığımız, tanık olduğumuz ve maruz kaldığımız tüm bu çürümenin ortasında mis gibi kokan taze bir toprağın çıkabileceğine inanıyoruz. Yaşar Kemal’den alıntılayarak ifade edecek olursak, “Demir olsak çürürdük, toprak olmaya çalışıyoruz da dayanıyoruz.”[3]

Kültürhane “Atıksız Katık: Sefertası” uygulaması tanıtımı || Ulaş Bayraktar'ın izniyle

Mersin’in, Kültürhane’nin hikâyesindeki yeri büyük. Şehir ve tarihi hakkında yaptığınız etkinliklerde hep Mersin’le bir ilişki içerisindesiniz. Peki, Mersin Kültürhane’ye neler katıyor? Farklı şehirlerde etkinlikleriniz de oluyor mu, ya da olacak mı?

Mersin Kültürhane’ye bir şeyler katmanın ötesinde onun var olmasını sağlayan coğrafya. Türkiye’de böyle bir mekânı açıp beş yıl açık tutabileceğimiz çok fazla şehir olduğunu düşünmüyorum. En başından beri bizi sarıp sarmalayan hemşerilerimiz oldu. Kente yönelik borçluluk ve sorumluluk hissimiz için bu kadarı bile yeterli olabilir. Ama daha ötesinde, kamusallık iddiamız, müşterekler siyasetine olan inancımız itibarıyla yaşadığımız şehir bizim için çok kıymetli. Ona dair bir şeyler yapmak, bilgisini derlemek, belgelemek, yaymak için çok çaba sarf ediyoruz. Ne mutlu ki, o da bu çabalarımızı karşılıksız bırakmıyor. Hem bireysel hem de kurumsal olarak her zaman destek alacağımız çok fazla hemşerimiz var.

Sıradan bir kent olmanın ötesinde Mersin, kuruluşundan itibaren taşıdığı kozmopolit karakteriyle Kültürhane’nin hayalini kurduğu toplumun tohumlarını taşıyor. Her misafirimi götürmekten büyük zevk aldığım Asri Mezarlık bile bu iddiamı desteklemeye yeter sanırım. Farklı dinlerden eski kent sakinlerinin yan yana yattığı mezarlık kentin çokkültürlü ve demokratik karakterini hissetmek için kâfi gelebilir.

Farklı kentlerde de etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Belgesellerimizi farklı kentlerde gösterdik. Önümüzdeki dönem için buna yönelik fikirlerimiz var. Diğer kentlerde meramımızla akraba olduğunu düşündüğümüz oluşumların çalışmalarına destek vermeye, etkinliklerine katılmaya çalışıyoruz, böylesi ağlarda yer alıyoruz. Bunların haricinde, onu soruyorsanız, başka bir yerde şube açmayı düşünmüyoruz.

  1. Bülent Şık, Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler (İstanbul: Doğan Kitap, 2020).
  2. Terry Eagleton, The Ideology of the Aesthetic [Estetiğin İdeolojisi] (Oxford: Blackwell, 1990), 75.
  3. “Her sözünü de demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım, sözleriyle bitiriyordu.” bkz. Yaşar Kemal, İnce Memed 2 (İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004), 155.