E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 3: YARATICI DİRENİŞ | KASIM 2022 | BANU KARACA | Sansür ve hasar görmüş bağlara dair
İNCELEMESANAT

Sansür ve hasar görmüş bağlara dair

Sansür her zaman ardında iz bırakır. Sanatsal ifadeleri bütünüyle bastırmakta “başarısız” olsa dahi, uygulandığı her şeyi yeniden şekillendirir. Sansür, sanat eserlerini, imajları ve daha nicelerini yok etmekten ziyade, adeta insanlar ve topluluklar arasındaki bağları kırar.

Mantı Postası’nın bu sayısı için benden, sanatçıların sansür vakaları karşısında yaratıcılıklarını kullanarak nasıl yol aldıkları üzerine bir yazı istendi. Bu teklifi memnuniyetle kabul ettim, çünkü ilhamını Hrant Dink Vakfı’ndan alıyordu –kökü devlet şiddeti, ırkçılık ve ayrımcılıkta yatan geçmiş ve mevcut adaletsizliklerle yüzleşmede hayati rol oynayan bir kuruluştan. Hrant Dink suikastının ardından kurulmuş olan vakıf, Türkiye’de insan haklarını genişletmek için Dink’in hatırasını hem canlı tutuyor hem de onu harekete geçiriyor. Emeklerine minnettarım –yollar açan, benden önce gelen ve omuzlarında, özgürlük mücadelesi verenlerin yükseldiği diğer birçoklarına olduğum gibi.

Sansüre karşı ve sansür karşısında dayanışma

Sanat tarihi, sanatçıların üretimlerinde sansürü konu aldığı örneklerle doludur. Burada yaratıcılığın belirli bir alanını –sansüre karşı ve sansür karşısında bir arada durma girişimi olarak dayanışmayı– ön plana çıkarmak istiyorum. Yakın geçmişteki dayanışma pratikleri düşünüldüğünde, 19 Ocak Kolektifi akla ilk gelenlerden. İsmini Hrant Dink’in suikasta uğradığı günden alan grup, özellikle Türkiye’nin Ermeni toplumu ve diğer zulme uğrayan ve ezilen toplumsal kesimleriyle dayanışmayı amaçladı. Kuruluşu, ifade özgürlüğünün devletçe caydırılması ve otosansürün teşvik edilmesini aşmak amacıyla katılımcılarının anonimliğini koruyan sanatsal müdahaleleri mümkün kıldı. 2009’daki Münferit başlıklı yerleştirmesi, devlet şiddeti, suikast, zorla kaybedilme ve işkence kurbanlarının isimlerini sergiledi.

Münferit, yerleştirme görüntüsü, 2009 || Fotoğraf: 19ocakkolektifi.blogspot.com

2011’de, İstanbul Modern’deki Rüya ve Gerçek – Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar sergisine katılan sanatçılar, Bubi’nin oturak şeklindeki sanat eseri uygunsuz bulunup müzenin eğitim programı yararına yapılan bir müzayededen çıkartılınca seslerini yükselterek durumu protesto etti. Eserin dışarıda bırakılmasının sansür ve dolayısıyla kabul edilemez olduğunu tespit ederek müzede kamuya açık bir forum ve çeşitli müdahaleler örgütlediler. Katılımcı kadınlardan bazıları, dayanışma göstererek işlerini sergiden geri çekmeye karar verdi.[1]

PKK gerillalarının ateşkes sırasındaki hayatlarını konu alan Bakur belgeseli, Nisan 2015’te İstanbul Film Festivali programından çıkarıldığında, tepki olarak Özgür Sinema platformu kuruldu; bu kapsamda forumlar, protestolar ve dayanışma gösterimleri örgütlendi. Filmin yapımcılarına belgesel nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açılınca, Özgür Sinema davanın takipçisi oldu ve belgesel türünü net bir şekilde sinema sanatları içinde ve dolayısıyla anayasal olarak devlet müdahalesinden mahfuz konumlandırarak sinemada ifade özgürlüğü lehine bir kampanya yürüttü. Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun çarptırıldığı dört yıl altı aylık hapis cezaları yakın zamanda iptal edildi.[2] Üst mahkemenin kararında etkili olan, sanat özgürlüğünü tanımak kaygısından çok, cezaların ağırlığıydı. Yeni bir hapis cezası verilmesi riski sürse de kırılgan temyiz başarısı –büyük bir çaba sonucu– örmeyi başardıkları geniş yerel ve uluslararası dayanışma halkalarının bir göstergesi oldu.

Bakur film afişi, 2015 || Fotoğraf: imdb.com

Sanatçı Işıl Eğrikavuk’un, kamusal sanat projesi YAMA’nın bir parçası olan video işi Yeni Bir Şarkı Söylemek Lazım, 2016 Nisan’ında İstanbul zabıtalarınca engellenmişti. Video, Beyoğlu ilçesindeki Marmara Pera Otel’in çatısında yer alan bir ekranda gösteriliyordu. Video animasyonunda yer alan “Havva, Elmanı Bitir Kızım!” sloganının dini değerlere hakaret içerdiğini iddia eden görevliler, ilk başta anonim bir şikâyet üzerine harekete geçmiş gibiydi. Israrlı sorular karşısında belediye, gösterime son verme sebeplerini “görsel kirlilik” olarak açıkladı. İşin sansürlenmesinin devamında, YAMA’nın küratörü Övül Durmuşoğlu, vakayı tartışmak için Eğrikavuk, avukatlar ve sanat dünyasından insanlarla birlikte bir toplantı yaptı. Eğrikavuk bağımsız, kâr amacı gütmeyen sanat mekânı Depo’da, hem video işi hem de sansür deneyiminden beslenen bir performans da gerçekleştirdi.[3]

Depo, yıllar içinde, sansür vakalarını tartışıp kavramak, hak savunuculuğunun temellerini atmak ve dayanışma pratikleri için sıklıkla kullanılan bir mekân işlevi gördü. Depo’nun, 2016 Şubat’ında, küratör Katia Krupennikova ve Post-Peace [Barış-Sonrası] sergisi sanatçılarının bir buluşmasına evsahipliği yapması bu örneklerden biriydi. Aksanat’ta açılması planlanan sergi, açılışa yalnızca beş gün kala iptal edilmişti. O dönemde Aksanat’ın direktörü, iptalin sebebinin artan toplumsal gerilimler ve bir dizi bombalama eylemi olduğunu açıklamıştı. Diğer etkinliklerin planlandığı şekilde devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda, birçok kişi belit sağ’ın video işinin konusunun kurumu, sansür eleştirilerine muhatap olmaktansa, etkinliği toptan iptal etmeye yönelttiğini düşündü ki, video 1990’larda Kürt hak savunucularının zorla kaybedilmelerinin ve suikasta uğramalarının faili olan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gayriresmi paramiliter kanadı JİTEM mensubu Ayhan Çarkın’a odaklanıyordu.[4]

“Ben bir şey yapmadım. Sen yaptın.”

Yukarıdaki örnekler, farklı dayanışma ve bir arada durma biçimlerinin sanatın özgür ifadesi için verilen mücadelede önemli kilometre taşları teşkil ettiğine dair sadece birkaç örnek. Bu tarz mücadeleleri daha geniş bir satıhta düşündüğümde, sanatçıların bireysel olarak sansürü reddedişlerini, hünerlerini, yaratıcılıklarını, mizahlarını ve izleyicilerin onların müdahalelerini benimseme biçimlerini de hatırlamış oluyorum. 2009’da, Aydın Orak’ın Cizre’deki 1992 Newroz ayaklanması üzerine çektiği belgeseli Bêrîvan – Bir Başkaldırı Destanı, Batman Film Festivali’ne davet edilmişti. Filmin gösterimi son dakikada filmin “Türk milletinin birlik ve beraberliğini bozduğunu” ve “PKK propagandası” içerdiğini ilan eden –kendisi filmi izlememiş olan– valinin emriyle iptal edilmişti. Bunun üzerine Orak sahneye çıkmış ve filmi, orada toplanmış olan seyircilere sahne sahne tasvir etmişti.[5]

2016’da, Zer filminin yönetmeni Kazım Öz’den, filminden devlet şiddetine gönderme içeren sahneleri çıkartması, aksi halde Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nden film için aldığı fonları geri ödemesi talep edilmişti. Öz, bakanlığın kastettiğinden farklı bir şekilde de olsa bu talebe uydu: Mevzubahis sahnelerde ekranı karartarak şu notu gösterdi: “Bu sahne, T.C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Üst Denetim Kurulu tarafından sakıncalı bulunduğu için izleyemiyorsunuz.” Sansürü görünür kılan bu sahneler, film yönetmenine destek gösteren seyircilerden yoğun alkış aldı. Ertesi gün yetkililerden kendisine ne yaptığını soran bir telefon alan Öz, Picasso’nun bir alıntısından ilhamla şu yanıtı verdi: “Ben bir şey yapmadım. Siz yaptınız.”[6]

Zer, film karesi, 2017 || Fotoğraf: imdb.com

Sansüre karşı verilen mücadelelerin ve dayanışma eylemlerinin bazıları diğerlerine nazaran daha iyi kayıt altına alınıyor; bazılarıysa diğerlerine göre çok daha kamusal. Sanatta sansürü belgeleyen bir araştırma platformu olan Siyah Bant’ın bir parçası olarak bunların hatırı sayılır bir kısmına tanıklık ettim ve bunları raporlaştırdım.[7] Potansiyel eylemler içinde dayanışma, sadece tüm engellere rağmen sanat eserlerinin izleyicilerle buluşabilmesini sağlamak için değil, sansür deneyimlerinin sıklıkla yarattığı yalnızlık, hatta izolasyon hissini gidermek için de hayati önem taşıyor. Bu, dayanışma veya başka direniş pratiklerin kolay veya çelişkiden azade oldukları anlamına gelmiyor ki, bu hiçbir zaman böyle olmadı. Yine de tüm bu bir arada durma girişimlerinin hepsi önemliydi ve önemli olmaya devam edecek. Bu girişimleri hatırlamak, aynı zamanda geliştirdikleri kapasiteleri ve yetileri, nerede ve niye eksik kaldıklarıyla beraber hatırlamak anlamına geliyor. Bu girişimler, karanlık zamanlarda bile bir olanak ufku teşkil ediyorlar. Onları burada anarken, kendimi bir tür açmaz içinde buluyorum, çünkü Mantı Postası ve bu yazı, kültür alanında uzun zamandır Türkiye’deki en büyük ve en önemli oyunculardan biri olan İKSV’nin organize ettiği 17. İstanbul Bienali’nin bir parçası. Bu niteliğiyle İKSV, kendini sıklıkla devlet öncülüğündeki kamu mecralarına alternatif olarak sunan, özel sektörün fonladığı kurumsal çevrenin içinde yer alıyor. Kapitalist koşulların süregiden varlığı altında bu iddia düzenli olarak sorgulanmalı: Sanat dünyasının gündelik işleyişlerinde devlet ve özel kurumlar arasındaki işbölümü, özel kurumların hegemonik söylemlere nadiren açıktan karşı çıkması veya onlarla organik bağlarını koparması anlamına geliyor. Dolayısıyla kurumları, sanatçıları ve sanat eserlerini koruma sorumluluklarından azade kılıyor gibi de görülebileceğinden, sanatçılar arasındaki bireysel veya kolektif hüner, yaratıcılık ve dayanışma eylemlerini kurumsal bir yayın bünyesinde selamlamak konusunda belirli bir rahatsızlık da söz konusu.

Sanat özgürlüğü mücadelesi söz konusu olduğunda, Türkiye ve ötesinde büyük bir kayıp hissi duymamak zor. 2015 sonbaharında, Kürt şehirlerine salınan şiddet, savaş zamanlarında ifade özgürlüğünün olmadığını ve herkes için eşit haklar ve onurlu bir yaşam talep etmeden bu özgürlüğü talep etmenin en iyi ihtimalle beyhude, en kötü ihtimalle ise politik olarak samimiyetsiz olduğunu acı bir şekilde hatırlattı. 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hâl, otoritelerin ve güvenlik güçlerinin kültürel etkinlikleri yasaklama ve sanat mekânlarını kapatma konusundaki takdir yetkilerinin genişlemesini beraberinde getirdi. Bu genişleme, iki yıl sonra olağanüstü hâlin sonlanmasıyla esasen kanunlaştırıldı. Ancak Türkiye bağlamının ötesinde de hesaba katılması gereken faktörler var. Başka yerlerde olduğu gibi, burada da sol ve her tür ilerici hareket ifade özgürlüğü mücadelesini uzun zamandır terk etti ve terk ederek politik sağın devreye girip bu alanı işgal etmesini mümkün kıldı. Bu da ifade özgürlüğü söylemini kadınlara, trans bireylere ve LGBTİ+ topluluklara karşı genel bir silaha dönüştürdü; eşitlik, adalet ve kurtuluş için örgütlenen tüm gruplara karşı bir nefret söylemi mecrasına çevirdi. Bu toplumsal kesimler, çevrimiçi ve çevrimdışı alanlarda hedef gösterildiler ve kendilerine yönelik şiddet kışkırtıldı.

Sansür her zaman ardında iz bırakır

Sanat tarihçisi David Freedberg, “Her sansür eylemi aynı zamanda bir ikonoklazm eylemidir,” önermesinde bulunmuştur.[8] Sayısal olarak bugün sansür eylemlerinin çoğunun sanat eserlerinin tamamıyla bastırılması veya yok edilmesinden ziyade (bunların ikisi de muhakkak devam etse bile) belirli sanatsal ifadeleri gayrimeşrulaştırma işlevi gördüğü göz önüne alınırsa,[9] bu önerme konusunda kararsızlığımı koruyorum. Yine de sansür her zaman ardında iz bırakır. Sanatsal ifadeleri bütünüyle bastırmakta “başarısız” olsa dahi, uygulandığı her şeyi yeniden şekillendirir.[10] Fakat belki de Freedberg’in sansüre atfettiği hasar verici kuvveti başka bir yerde bulmak mümkün. Sansür, sanat eserlerini, imajları ve daha nicelerini yok etmekten ziyade, insanlar ve topluluklar arasındaki bağları kırar. Sadece sansüre maruz kalanları izole edip onları tek başlarına bırakılmış hissettirmekle kalmaz; politik riskleri tartmak yetisi konusunda bireylerin kendilerinin ve başkalarının muhakeme gücüne olan güvenini sağlayan yapıları aşındırır. Buna yasal kovuşturmaya uğrama riski, hatta belki hapsedilme veya bir sanatçı olarak geçinmek –ve yaşamını idame etmek– yetisinin yitimi de dahil.

Dayanışma biçimlerinin ortaya çıktığı zamanlarda bile, bu tarz dayanışmaların fay hatları, “başarıları” ve “başarısızlıkları” da sansür olayının kendisi sona erdikten uzun bir süre sonra var olmaya devam ediyor. Sansürün sıklıkla altı çizilen caydırıcı etkisi, bireylerin ve kurumların otosansürüne dönüşebiliyor –ve sıklıkla dönüşüyor da. Üstelik bu, kurumlar mütemadiyen sanat özgürlüğüne yapılan saldırılara karşı güvenli alanlar, özgür ifade ve sanatsal deney mekânları olduklarını ilan etmelerine rağmen gerçekleşiyor. Bir sansür eyleminin aşındırıcılığı, işte bu şekilde, herhangi bir tekil vakadan beklenebilecek olandan çok daha büyük ölçeklerde ortaya çıkabiliyor.

Pek çok adalet mücadelesi gibi, sanatsal özgürlük mücadelesi de zorunlu olarak açık uçlu; toplumda ve siyasette daha büyük dönüşümlere yönelik tahayyüller ve çalışmalar olmadan var olamaz. Bu mücadele, sansürün verdiği hasarları tanıma, dönüştürme ve yeniden inşa etme potansiyelinin de içinde olduğu, yaşamanın başka yolları olduğunda ve başka bir dünyanın mümkün olduğunda ısrar eden –her anlamda– güzel olan mücadelenin bir parçası olmayı sürdürüyor.

 

Türkçe çeviri Emrah Irzık

  1. Müdahalelere genel bir bakış için, bkz. “İstanbul Modern’de Sansüre Cevaben ‘Kuşlama’”, e-skop (12 Aralık 2011), https://www.e-skop.com/skopbulten/istanbul-modernde-sansure-cevaben-kuslama/462 (erişim: 28 Temmuz 2022). Bu protestoların öngörülmeyen etkilerinden biri, sanatçıların, sansür durumunda işlerini geri çekme hakkı dahil sergi davetlerine dair sözleşme koşullarını irdelemeye başlamaları oldu.
  2. Fırat Yücel, “İstinaf Mahkemesi ‘Bakur’ Davasında Hükmü Bozdu”, Altyazı Fasikül, 2 Şubat 2022, https://fasikul.altyazi.net/pano/istinaf-mahkemesi-bakur-davasinda-hukmu-bozdu/ (erişim: 13 Haziran 2022).
  3. Sanatçının kendisinden, daha detaylı bir anlatım için bkz. “Işıl Eğrikavuk'un videosuna belediyeden sansür”, Sanatatak, 4 Mayıs 2016, http://www.sanatatak.com/view/sil-egrikavukun-videosuna-belediyeden-sansur (erişim: 13 Haziran 2022).
  4. Serginin iptali üzerine sanatçı bir açık mektup kaleme aldı: belit sağ, “Refusing to accept Turkey’s silencing of artistic expression” [Türkiye’nin sanatsal ifadeyi susturmasını reddediş], Index on Censorship, 11 Mayıs 2016, https://www.indexoncensorship.org/2016/05/75504/ (erişim: 13 Haziran 2022).
  5. Yasağın keyfiliği özellikle çarpıcıydı, çünkü Bêrîvan o yıl içinde, bir süre önce Cannes Film Festivali sırasında bakanlığın fuar standında temsil edilen filmlerden biriydi.
  6. Sıkça alıntılanan bir anekdota göre, işgal altındaki Paris’te bir Gestapo subayı “Guernica” resminin bir fotoğrafına işaret ederek Picasso’ya, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorar; Picasso’nun da buna karşılık, “Hayır, siz yaptınız,” yanıtını verdiği söylenir.
  7. Siyah Bant’ın araştırma raporlarına www.siyahbant.org’dan erişilebilir.
  8. David Freedberg, “The Fear of Art: How Censorship Becomes Iconoclasm” [Sanat Korkusu: Sansürün İkon Kırıcılığa Dönüşümü], Social Research 83, no. 1 (2016): 67-99.
  9. Banu Karaca, The National Frame: Art and State Violence in Turkey and Germany [Ulusal Çerçeve: Türkiye’de ve Almanya’da Sanat ve Devlet Şiddeti] (New York: Fordham University Press, 2021) içinde “The Politics of Art and Censorship” [Sanatın ve Sansürün Politikası], 153–181.
  10. Judith Butler, Censorship and Silencing: Practices of Cultural Regulation [Sansür ve Susturma: Kültürel Denetim Pratikleri], ed. Richard C. Post (Los Angeles: Getty Research Institute for the History of Art and the Humanities, 1998) içinde “Ruled Out: Vocabularies of the Censor” [Dışarıda Bırakılmak: Sansürcünün Kelime Dağarcıkları], 255 ve William Mazzarella, Censorium: Cinema and the Open Edge of Mass Publicity [Sansüryum: Sinema ve Kitle İletişiminin Açık Ucu] (Durham, NC: Duke University Press, 2013).