E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 3: YARATICI DİRENİŞ | KASIM 2022 | SİBİL ÇEKMEN | Belgeleyerek direnmek, direnerek belgelemek
İNCELEMEDİRENİŞ

Belgeleyerek direnmek, direnerek belgelemek

Bizlerin direnen belgesel sinemaya, direnen belgesel sinemanın da direnecek seyircilere ihtiyacı var. Zira bugün hangi hikâyeleri anlattığımız, paylaştığımız ve belgelediğimiz, toplumsal hafızamızın kolektif inşa süreciyle birebir ilişkili.

Dziga Vertov'un Man with a Movie Camera [Kameralı Adam] filminden film karesi, 1929 || Photo: anthologyfilmarchives.org

Tarihöncesine dayanan üst üste taş koyma, taş dengeleme pratiğine (cairn) dünyanın birçok ülkesinde, genelde dağlık bölgelerde rastlamak mümkün. Bu taş yığınları bazen kutsal bir mekânın olduğu yeri işaretler; dilek dilemek, ölüleri anmak ve “Asla unutmayacağız!” demek için kullanılır. Bazen de takip edilmesi gereken yolla ilgili ipuçları verir, yolun belirli bir noktasına ya da yol üstündeki bir tehlikenin varlığına dikkat çekmeye yarar.[1]

Türkiye’de 2000’li yılların başından itibaren, işlenen konular ve alınan estetik, anlatımsal ve söylemsel kararlar açısından katlanarak büyüyen bir çeşitlilik gösteren belgesel sinemayı, ama özelinde “direnen” belgesel sinemayı bu pratiğe benzetmek mümkün: Kolektif çabayla üretilen, yönetmenlerin bu topluma, ülkeye ve dünyaya dair inançlarını yansıttıkları her yeni belgeselle güçlenen, resmi tarih anlatısında gedikler açtığı, toplumun bugününe dair yeni perspektifler önerdiği için sürekli tehdit altında olup kaygan bir zemin üzerinde bulunmasına rağmen ayakta duran bir sinema…

“Direnen belgeseller” kavramı, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (Reyan Tuvi, 2014) ve Bakur (Çayan Demirel, Ertuğrul Mavioğlu, 2015) belgesellerinin sırasıyla Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde sansüre uğramalarından sonra sinemacıların lügatine hızlı bir giriş yaptı ve bu kategori, sıradanlaştırılmaya çalışılan sansüre karşı duran belgeselleri işaret etmek için kullanılmaya başlandı. Lakin 2000 ve 2000’li yıllarda da, sorgulamayı, dayanışmayı, direnişi hem film yapma pratiklerinin hem de anlattıkları hikâyelerin merkezine koyan sinemacıların çektikleri belgesellerde, direnişin 1001 hâlini gözlemlemek mümkün. Belgesellerin fikir aşamasından bugüne kadarki hikâyelerinin izlerini takip etmek, genelde birkaç yıla yayılan yapım, çekim ve dağıtım süreçlerini incelemek, gösterdikleri tüm çeşitliliğe rağmen yüzlerce belgeseli kapsayan bu kategorinin çerçevesini, mutlak çizgilerle sınırlamasak da belirginleştirmemize yardımcı olabilir. Konu seçiminden karakter seçimine, ekip-ekipman “tercih”lerinden bütçe olanaklarına, yönetmenlerin karakterlerle kurdukları ilişkiden yarattıkları sinema diline, dağıtım stratejilerinden belgesellerin karşılaştıkları engellemelere bakarak belgeleyerek direnme ve direnerek belgeleme yöntemlerinin bir haritasını çıkarabiliriz.

Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek film afişi || Fotoğraf: kameraarkasi.org

Direnmenin 1001 hâli

Direnen belgesel sinemanın merkezine insanı aldığını söyleyerek söze başlamak yanlış olmaz sanırım. Bu yüzden sinemacıların kameraları ve mikrofonlarıyla birlikte dikkatlerini, uzmanlardan çok konunun muhatabı olan insanlara yönlendirmeleri bizleri şaşırtmamalıdır. Patriarka, heteronormativite, neoliberalizm ve milliyetçiliğin toplumun sınırlarına itmeye, öğütmeye, yok etmeye çalıştığı “atılabilir” (disposable), gözden çıkarılmış insanların varlıklarına, seslerine, hikâyelerine alan açan bir belgesel sinemadan bahsedebiliriz. Direnen belgesel sinema hak ihlallerini ihbar etmek, seyircinin dikkatini ve bakışını toplumun kör noktalarına doğru yönlendirmekle kalmaz, aynı zamanda bütün bu baskı sistemlerinin neden olduğu şiddete karşı örgütlenen, kurban konumundayken eylemlilik kazanan bireylerin adalet arayışlarını da görünür kılar. Onlarla dayanışır; onların ana akım medyada yer bulamayacak olan sözlerini kamusal alana taşır. Türlü çatışmalar, gerilimler ve krizlerin ama aynı zamanda sorgulamalar, direnişler ve mücadelelerin toplumu nasıl şekillendirdiğine bakarken, aynı zamanda tarih anlatımlarına da eleştirel bir yaklaşım sergiler. Resmi tarihin görmezden geldiği hikâye ve tanıklıkları merkezine alarak alternatif bir tarihyazımı önerir, “tarihin havını tersine tara[r]”.[2] Direnen belgesellerde geçmiş, günümüzden kopuk bir biçimde değil, aksine onunla etkileşim hâlinde olan bir biçimde tezahür eder.

Bu belgesellerin direnişi, filmin fikri yönetmenin aklında belirdiği anda başlar. Arkadaşlardan, bankadan alınan borçlar, işten alınan avanslar, öğrenci harçlıkları, işsizlik maaşları, bazen de çeşitli sivil toplum kuruluşlarından gelen sembolik fonlardan bir bütçe oluşturulur. Bir proje için alınan fonla üç belgesel çekildiği bile görülmüştür. Bütçenin büyüklüğü ne olursa olsun, arkadaşların, diğer sinemacıların, karakterlerin ya da çekimlerin yapıldığı bölgedeki halkın desteği, dayanışması olmadan ortaya çıkan bir film bulmak neredeyse imkânsızdır. Harcanan bütçe ile ideal bütçe arasındaki devasa fark, direnen belgesellerin başlıca özelliklerinden biridir. Bu temel sorun, yönetmenlerin çoğu zaman, ihtiyaçları olan değil erişebildikleri ekipmanla yetinmeleri anlamına gelir. Filmin estetik dilini etkileyecek olsa da yönetmenler bazen, arkadaş ve meslektaşlardan ödünç alınan herhangi bir kamera, kırık bir tripot, eski bir yaka mikrofonuyla çekime gitmek zorunda kalır. Direnen bir yönetmen olmak, birçok rolü tek başına üstlenmek de demektir: Bazen hem yapımcı, hem yönetmen, hem görüntü yönetmeni, hem kameraman, hem ses teknisyeni hem de kurgucu olmak…

Direnmek aynı zamanda, alternatif film çekme pratiklerine alan açmak, yönetmen ve karakterler arasındaki iktidar ilişkilerini de sorgulayarak “Başka bir sinema mümkün!” demektir. Kısa süreler için de olsa kamerayı belgeselin karakterlerine teslim etmek, karakterlerin kendi temsillerinin üretim sürecinde söz sahibi olmasına alan açmak, kurgunun belirli bir aşamasında onlarla filmi paylaşmak, geri dönüşlerini almak, kolektif çalışma pratiklerini öne çıkarmak, eylemci-filmci-seyirci arasındaki ayrımı bulanıklaştırmak… Ve en önemlisi ister çekim ister kurgu, ister dağıtım sürecinde olsun, yapmak istedikleri filmden önce onların güvenliğini gözetmek…

Belgesellerin kurgusu tamamlandıktan sonra, sıra genelde yönetmenlerin tek başlarına yönetmek zorunda kaldıkları süreçlerden dağıtım sürecine gelir. Direnen belgeseller, döneme ve siyasal konjonktüre göre bazen “büyük” festivallerin programlarına dahil edilseler de genelde en büyük destekçileri bağımsız festivallerdir. Seyircilerin belgesellerle buluşması, büyük ölçüde, bir sansür aracına dönüşen eser işletme belgesinin alınmasını yönetmenlere dayatmayan, kendileri de direnen festivaller sayesinde olur. Ama film yapımının her etabında farklı direniş pratikleri benimseyen ya da icat eden yönetmenler festival, üniversite, dernek gösterimleri dışına çıkarak, filmlerinin işlediği konuların önceliklerini de gözeterek, yeni gösterim, buluşma, tartışma alanları da yaratırlar: Projeksiyon makinesini ve perdesini sırtlayıp parkları, otobüs duraklarını, köy meydanlarını gösterim alanlarına çevirmek, belgesellerdekine benzer mücadelelerinin yürütüldüğü yerlerde gösterimler düzenleyerek deneyim paylaşımını dağıtım sürecinin önemli bir bileşeni hâline getirmek, gösterimin sansürlenmesi durumunda belgeselin DVD’sini seyircilere dağıtıp filmin evlerde izlenmesini, elden ele dağılmasını sağlamak…

Belgesel sinemayla dayanışmak

Hedef göstermelere, tehditlere, fiziksel saldırılara, gözaltılara, işten atmalara, arşivlerine el konmasına, davalara, verilen hapis cezalarına ve devlet/yerel yönetimler/bazı festival ve üniversite yönetimlerinin uyguladıkları sansürlere rağmen, belgesel sinemacılar bizlere, alışılagelmişin dışına çıkan patikalarda yürüme imkânı sunuyor. Bugün hangi hikâyeleri anlattığımız, paylaştığımız ve belgelediğimiz, toplumsal hafızamızın kolektif inşa süreciyle bire bir ilişkili. Dolayısıyla bu belgeseller, geçmişimiz ve günümüzle ilgili söz söylerken, aslında aynı zamanda, gelecek tahayyülümüzün sınırlarını belirlememize, genişletmemize, esnekleştirmemize de katkı sağlıyor. Bizlerin direnen belgesel sinemaya, direnen belgesel sinemanın da direnecek seyircilere ihtiyacı var. Artık o bin bir zorluk aşılarak, bin bir emek dökülerek inşa edilen taş kuleyi sağlamlaştırma, üstüne yeni taşlar ekleme zamanı…

Yönetmenlerin resmi sayfaları üzerinden izleyebileceğiniz, arkadaşlarınızla paylaşabileceğiniz birkaç direnen belgesel önerisi:

  1. Bu yazı, yazarın 2016–2021 yılları arasında Lyon 2 Lumière Üniversitesi’nde hazırladığı, Türkiye’de ‘Direnen Belgesel Sinema’nın Ortaya Çıkışı ve Gelişimi (2003-2017) başlıklı doktora tezi kapsamında yapılan araştırmalara dayanmaktadır.
  2. Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, 1. baskı, çev. Nurdan Gürbilek (İstanbul: Metis Yayınları, 1993), 43.